Araştırmalarım

     Halide Edip ADIVAR

 

         Halide Edip, 1884 yılında İstanbul-Beşiktaş’ta dünyaya gelir. II. Abdülhamit devrinde Ceybi Hümayün başkatipliği, Yanya ve Bursa’da Reji müdürlüğü yapan Mehmet Edip Bey’in kızıdır. Annesi evvelce Ali Sami Paşa ile evlenmiş olan Bedrifem Hanım’dır[1]. Küçük yaşta annesini yitirir. Babası yeniden evlenir. Çocukluk yıllarını  Haminne dediği anneannesiyle büyükbabasının yanında geçirir. Çok sağlam bir Türk-İslam terbiyesiyle yetişir. Anneannesi Mevlevi’dir. Büyükbabası vatanını seven bir kişidir. Bu iki özellik Halide Edip’in geleceğinde etkili olur. Dedesinden dinlemiş olduğu Osmanlı-Rus savaşlarına ilişkin anılar, Ebu Müslim-i Horosani, Battal Gazi hikayeleri ve Hz. Ali’nin maceraları hayal gücünü geliştirir.

        

         H. Edip bir ara Yıldız yakınlarındaki Kiria Eleni’nin çocuk yuvasına verilir. Burada Rumca öğrenir. Sonra beş yaşında mahalle mektebine gider. Evde özel dersler almaya başlar. Yedi yaşında iken yaşı büyütülür. Üsküdar Amerikan Kolejline girer(1893)[2]. Bir süre kolejli bırakmak zorunda kaldığında günlerini babasının evinde Kur’an, Arapça, Farsça ve musiki dersleri alarak geçirir. Miss Dood’un derslerinden yararlanarak İngilizcesini geliştirir. İngiliz mürebbiyeden İngilizce, bir İtalyan’dan piyano öğrenir. 1899’da yeniden Amerikan Kolejine devam etmeye başlayan H. Edip, evdeki özel öğrenimini de sürdürür. Türkçe, Edebiyat ve Fransızca derslerine gelen Rıza Tevfik öğrencisine doğunun mistik felsefesini, sanat ve şiirini anlatır; biryandan da halk edebiyatına özel bir ilgi duymasını sağlar. Aynı dönemde ünlü matematikçi Salih Zeki’den de matematik dersleri alır. Bütün bu farklı tesriler onda ölçülü bir şahsiyet ve dengeli bir zihni yapı oluşmasına hizmet edecek, H. Edip karşılaştığı bütün yabancı kültürlerle milli kültürün mukayesesini yapacak, yabancı kültür değerlerinin milli kültürdeki karşılığını arayacaktır. 

 

H. Edip son sınıfa gelince babasını arkadaşlarından olan Salih Zeki ile evlenir.(1901) Bu evlilikten Ayetullah ve Hasan Hikmetullah Togo adında iki oğlu olur. [3]

 

H. Edip iş hayatına İstanbul Kız Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak başlar. Bu devrede Türk tarihini iyice tanır; kendisini yazı hayatına hazırlar. 1908’den sonra ‘Tanin’ gazetesinin yazı kadrosunda yer alır. 31 Mart Olayı sırasında Tanin’deki yazılarından dolayı kara listeye alındığını öğrenince Mısır’a kaçar, oradan da İngiltere’ye geçerek olaylar bastırıldıktan sonra yurda döner.(1909) Salih Zeki’den ayrılarak Kız Öğretmen Okulu ve Kız İdadisinde öğretmenlik, Vakıf Kız Okullarında müfettişlik yapar[4]. Bu yıllardaki çalışmaları sırasında Herman H. Horne’un The Psycholoyicol Principle Of Education (1911) alı eserlerinden yararlanarak Talim ve Edebiyat (1912) adlı kitabı yazdı. İkinci defa evlenmek isteyen eşi Salih Zeki’yi bu isteğinden vazgeçiremediğinden boşanır.(1910) Bütün çalışmasını eğitim ve yardım hizmetlerine verir. Teali Nisvan Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır. Balkan savaşı yıllarında hastanelerde çalışır. Tür Ocakları’nın faaliyetlerine katılır ve Türk Yurdun da yazar.

                                                                                                                                            

      Bu sıralarda Evkaf okullarında müfettişlik de yapan H. Edip, eğitimle ilgili önemi raporlar hazırlar. Bu raporlarında, çocuklara milliyetçilik hissinin verilmesini pedegolojik bir düş olarak kabul ettiğini söyleyen H. Edip, ‘Allah’ı tabiatı, insanları, refahı, güzelliği, çalışmayı ve sadece vatanı sevmeyi sevk edecek şiirleri ayırmalı ve yalnız onları çocuklara öğretmeliyiz’ der.[5]

 

1916’da H. Edip, Cemal Paşa’nın daveti üzerine Suriye’ye gider. Lübnan, Beyrut, ve Şam’daki okullarda incelemeler yapar. 1917’de  Dr. Adnan Adıvar’la evlenir; evliliğinde kendisi Suriye’dedir. Babasına vekalet vermek sureti ile evlenmiştir. Suriye’nin 4 Mart 1918 de boşaltılması üzerine H. Edip de buradan ayrılır[6]. İstanbul’a döner. Türk Ocağı’nın etkinliklerine katılır. ‘Köycülük’ kolunun açılmasına öncülük eder. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali sırasında Fatih ve Sultanahmet mitinglerinde halkı harekete geçirmeye çalışır ve halk üzerinde etkili olur. 6 Haziran 1919’dan itibaren sürekli olarak ‘Vakit’ gazetesinde yazar. ‘Büyük Mecmua’nın başyazarı olur. Yazılarıyla Milli Mücadele ruhunu canlı tutmaya çalışır.[7]

 

1919’da İstanbul’un işgalini protesto etmek üzere düzenlenen Fatih, Kadıköy ve Sultanahmet mitinglerinde binlerce insana hitaben söylediği ateşli nutuklarla milletin ızdırap tepkisine tercüman olur. Mücadele ruh ve azmini karşılar. Yüz binlerce kişinin ‘Allah Allah’ haykırışlarıyla ve ızdırap göz yaşları içinde dinlediği bu nutuklarda ‘Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman, gün ışığı en yakındır.’, ‘Milletler dostumuz hükümetler düşmanımızdır.’ Gibi yıllarca hafızalardan silinmeyen cümleler söyler. Allah’a ve halklarına iman etmiş kitleleri Türk bayrağı ve Türk varlığı için can vermek üzere yemine davet ediyor ve yüz binlerce kişi  bir ağızdan ‘Vallahi’ diye mücadele yemini ediyordu. Bu faaliyetlerinden dolayı işgal kuvvetlerince evi boşaltılır. Kocası Adnan Adıvar’la birlikte Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılır[8].

 

İnönü Zaferi üzerine Kızıl Ay tarafından cepheye gönderilir. Cephelerde dolaşır Kızıl Ay hastanelerinde görev alır. Bir yanda Hakimyet-i Milliye gazetesinde çalışırken diğer yandan o günün heyecanını aksettiren yazılarını İstanbul’da çıkan gazete ve dergilerde yayınlar. Yunanların yaptığı zulümleri tespit eden ve daha sonra Genel Kurmay Başkanlığınca yayınlanan Tedkik-i Mezalim komisyonu raporlarının hazırlanmasında da görev alır. Milli Mücadele sırasında ordudaki çalışmalarından dolayı kendisine önce onbaşılık sonra başçavuşluk rütbeleri verildi[9]. Türk’ün ateşle imtihanı (1922) adlı anı kitabında ve Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924), Vurun Kahpeye (1926), Zeyno’nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savışı’nı çeşitli yönlerini gerçekçi bir biçimde dile getirir.

 

Milli Mücadele’den sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulur. Kurucuları arasında Dr. Adnan Adıvar da vardır. Bu parti İnönü hükümeti tarafından kapatılır. H. Edip’in de M. Kemal’le arası açılır. Halk Fırkası ile siyasi açıdan anlaşamaz. Siyasi alana yönelik fikir ayrılıkları yüzünden eşi ile birlikte Türkiye’den ayrılır.( M. Kemal’le arasının açılmasının bir başka nedeni de Milli Kurtuluş Savaşı sırasında Hindistan halkı Ankara’ya H. Edip Aracılığıyla yüz bin dolar göndermiştir. Bu paranın Milli Kurtuluş Savaşı için harcanması istenmiştir. H. Edip bu parayı Atatürk’e vermiş, Atatürk bu parayı Milli Kurtuluş Mücadelesinde                                                                                                                                                                                         harcamamış zaferden sonra İş Bankası’nın kuruluş sermayesi olarak kullanmıştır. Bu yüzden H. Ediple araları açılmıştır.)

 

H. Edip eşi ile birlikte önce dört yıl İngiltere de on yıl da Fransa da yaşar. Yurt dışındayken Türkiye hakkında çeşitli konferanslar verir; İlk defa Amerika’ya bir defa da Hindistan’a davet edilir. 1928’de Williamstown’daki Political İnstunte’deki yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak basının büyük ilgisini çeker.

        

         İkinci Amerika seyahatini Colombia Üniversitesi Bernard Collage’nin davetlisi olarak 1931’de yapan H. Edip Bernard Collage’de Türk tarihi üzerine konferanslar verir ve bir önceki seyahatinde olduğu gibi seri konferanslarda ülkeyi dolaşır. Bu dersler sonucu Türkiye Batıya Bakıyor adlı eseridir. (1930) 1935’te İslam üniversitesi kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan’a giden H. Edip orada da birçok konferanslar verir ve konferanslarını bir kitapta toplar.( Conflict Of East and West in Turkey) Hindistan izlenimlerini de İndia (1937)’de yazdı.

 

1926-1939 yılları arasında edebi çalışmalarının yanı sıra tarih felsefesi, Şark ve Garp medeniyetleri ve Türkiye’nin karşılaştığı sorunlar üzerinde fazlaca durur. Atatürk’ün ölümünden sonra 1939’da yurda döner. 1940 yılında Profesör olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz dili ve edebiyatı kürsüsünü kurmakla görevlendirilir. H. Edip’in Shakespare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankılar uyandırır. 1950 yılında Demokrat Parti listesinden bağımsız olarak İzmir milletvekili seçilip TBMM’ye girinceye kadar üniversitedeki görevi devam eder[10]. 5 Ocak 1954’te Cumhuriyet gazetesinde ‘Siyasi Vedaname’ başlıklı bir yazı yayınlayarak Milletvekilliğinden ayrılır. Üniversiteye geçer. 1955’te eşi Adnan Adıvar’ı kaybeder. Büyük bir sarsıntı geçirir. Yazı hayatına ait çalışmalarını yürütür. 9 Ocak 1964’te vefat eder. İstanbul Merkez Efendi mezarlığına gömülür. H. Edip’in romancılık dönemlerini üç romanı Handan, Ateşten Gömlek ve Sinekli Bakkaldır.

                                          

 

                                 ****

H. Edip vakur, kibar ve idealist bir kadındır. İyimserdir. İyi bir hatiptir. Milliyetçi ve mücadelecidir. Uygar bir insandır. Arapça, Fransızca  ve İngilizce bilir. Piyano çalar. Okumayı çok sever. Hassas ve zekidir. Yazarken yalnızlığı arar. Yanında sürekli olarak kahve v sigara bulundurur. Yazmaktan haz duyar. Çalışmaya sabahtan başlar. Özellikle gece vakti el ayak çekilince rahat yazar. Duyarak yaşayarak ve büyük bir heyecanla yazar.[11]

                                            ****                  

 

H. Edip’in roman ve hikayeleri muhteva bakımından üç gurupta toplanabilir:

 

1- Daha çok kadın meselelerini ele alan ve eğitilmiş kadının cemiyetteki yerini arayan eserleri: Heyula, Seviye Talip, Yeni Turan, Handan, Son Eseri, Mevud Hüküm, Raik’in Annesi ve hikayelerini topladığı Harap Mabetler.

 

2- Milli Mücadele yıllarını anlatan esreleri: Dağa Çıkan Kurt, İzmir’den Bursa’ya, Ateşten Gömlek, Kalp Ağrısı, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun oğlu.

 

3- Şahsiyetleri, içinde bulundukları geniş toplumla birlikte ele alan cemiyet romanları:

 

Sinekli Bakkal, Yol Palas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akide Hanım Sokağı, Hayat Parçaları, Sevda Sokağı Komedyası, Çare Saz, Kerim Usta’nın Oğlu.

Kitaplarına girmemiş hikaye ve denemeleri Kubbede Kalan Hoş Seda adlı kitapta derlenen H. Edip’in son romanları şöhreti ile bağdaşamayacak kadar zayıf olup bunlarda bir  bıkkınlık ve acelecilik görülmektedir. Yazarın Kenan Çobanları ve madde ile ruhun karşılaştırıldığı Maske ve Ruh adlı iki de tiyatro eseri vardır. Ayrıca Henri Massein İslam adlı Fransızca eserini İngilizceye çevirmiş. Shakespeare’den Hamlet Nasıl Hoşunuz Giderse George Orwell’den Hayvan Çiftliği Walpole’den Gizli Belde adlı tercümeleri yapmıştır. Türkiye ile ilgilenen yabancıların baş vurduğu birinci dereceden eserler olan Memoirs’i Mor Salkımlı Ev, The Turkish Ordeal’dan Türkün Ateşle İmtehanı Türkçe olarak Hindistan’daki konferanslarında Conflict Of East and West İn Türkey adıyla yayımladı. Halide Edip’in İnceleme Mahsulü diğer bir çalışması da üç ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihidir.[12]

Adıvar'ın Seviye Talip (1910), Handan (1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır. Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir sevgiyi dile getirmek istediği için kişilerin iç dünyasına yönelir ve bu sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini sergiler. Bu yapıtların önemli özelliğini, birbirine benzeyen ve ondan önceki Türk romanlarında bulunmayan kadın kahramanlarda aramak doğru olur. Yazarın asıl amacı kadın kahramanların kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu için, romanlarının anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve fırtınalı bir aşk öyküsünü onların anı defterlerinden ya da mektuplarından anlatır. Erkek (bazen kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç çatışma, romanların moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının ya da erkeğin ölümüyle biter. Adıvar'ın, biraz kendi olduğunu iddia edilen bu kadın kahramanları, yazarın o dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler. Seviye Talipler, Handanlar, Kâmuranlar her şeyden önce güçlü kişiliği olan, haklarını savunan, Batı terbiyesi almış, ama Batılılaşmayı giyim kuşamda aramayan, resim ya da müzik gibi bir sanat alanında yetenek sahibi, yabancı dil bilir, kültürlü ve çekici kadınlardır.

Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı'nda çalışmaya başladıktan sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. II. Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik romanda, Yeni Turan adlı idealist bir partinin program ve çalışmalarını anlatırken yeni bir Türkiye'nin hangi sağlam temellere oturtulması gerektiği hakkında o zamanki görüşlerini açıklamak fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) romanlarında Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da tanık olduğu olayları, direnişleri, kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için daha gerçekçidir. Bununla birlikte, bir aşk sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur. Ancak şimdi, yine olağan dışı bu kadın, öncekiler gibi bireysel sorunlarla sarsılan kültürlü bir sanatçı olarak değil, milli dava peşinde erdemlerini kanıtlayan ya da Anadolu'da düşmana karşı savaşan bir yurtsever olarak çıkar karşımıza.

Adıvar'ın ilk yapıtlarında Türk okuruna sunduğu bir yenilik yarattığı bu kadın imgesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt olarak algılanan değerleri uzlaştırdığı için önemliydi. Osmanlı -İslam geleneklerine göre ev kadını olarak yetiştirilmiş basit ve cahil kadın, o dönemin aydın kesiminin gözünde geri kalmış bir uygarlığın simgesi gibiydi. Öte yandan Batılılaşmış "asrî" kadın da köklerinden kopmuş, değerlerini şaşırmış, namus anlayışı kuşku uyandıran bir kadındı. Adıvar'ın kahramanları işte bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla bir özleme cevap veriyorlardı. Çünkü bunlar hem Batılılaşmış hem de milli değerlerine bağlı kalmış, hem serbest hem de namus konusunda çok titiz, ahlakı sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadınlar üstelik dişiliklerini de korumayı başarmışlardır.

Adıvar'ın en ünlü romanı Sinekli Bakkal'da (1936) ileri bir adım attığını, yeni bir aşamaya vardığını görürüz. İlk romanlarının olay örgüsü bir iki kişi arasındaki bireysel ilişkilere bağlı olarak gelişirken, II. Abdülhamid dönemindeki Türk toplumunun panoramik bir tablosunu sergileyen Sinekli Bakkal'ın olay örgüsü siyasal, düşsel, toplumsal sorunlarla örülmüş olarak gelişir. Romanın okuru en çok çeken yönü de fakir kenar mahallesi, zengin konakları ve saray çevresiyle II. Abdülhamid zamanının İstanbul'u anlatmasıdır. Ne var ki yazarın amacı bir dönemin Türk toplumunu yansıtmak değildir yalnızca. Bu felsefi romanda çevrelerin bir işlevi de belli değerlerin temsilcisi olmaktır. Sinekli Bakkal mahallesi gelenekleri ve insancıl değerleri sürdüren halk kesimini; Genç Türkler'den Hilmi ve arkadaşları devrimci aydınları; saray çevresi ise, yozlaşmış yönetici kesimi temsil eder. Roman iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısmın ana teması Abdülhamid'in istibdat idaresi karşısında şiddete başvurarak devrim yapmanın geçerliliği sorunudur. Gerçi Adıvar içtenlikle ezilen halktan yanadır, ama gelenekçiliği ve savunduğu mistik dünya görüşü şiddete başvurarak devrim yapmayı onaylamasına izin vermez. Romanda II. Meşrutiyet'in ilanı "asırların kurduğu müesseselerin köklerini" söken, "içtimaî ve siyasî nizam ve intizamı" altüst eden bir devrim olarak nitelenir. Doğru tutum Mevlevî tarikatından Vehbi Dede'nin yaptığı gibi "herhangi bir hayat fırtınasını sükûnetle seyretmek"tir. Yazar devrimden değil evrimden yanadır. Romanın ikinci kısmında yozlaşmış saray çevresi sergilenirken ana tema olarak Rabia ile Peregrini ilişkisi gelişir ve evlilikle son bulur. Bu evliliğin simgesel anlamı Batı ile Doğu'nun bileşimi olarak yorumlanmıştır. Ama Peregrini'nin "öyle basit ve insanî ananeler" dediği geleneklere bağlı Sinekli Bakkal mahallesindeki cemaat yaşamına hayran olması, Müslümanlığı kabul ederek Rabia ile evlenmesi ve mahalleye yerleşmesi, daha çok Doğu değerlerinin üstünlüğüne işaret sayılmaktadır. Ne var ki yazar, Rabia ile Peregrini'nin sevişip evlenmelerine inandırıcı bir hava verememiştir. Fark edilir ki, olaylar yazarın kafasındaki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmekte ve Doğulu kadın ile Batılı erkek yazarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmektedirler. Birinci kısımda olay örgüsünün doğal gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışmadan doğan gerilim ve dramatik sahneler, ikinci kısımda yerlerini, zorlama izlenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakınca romanın sanatsal düzeyi düşer.

Adıvar çeşitli alanlarda etkinlik göstermiş, siyasal ve toplumsal konularda da hem Türkçe, hem İngilizce kitaplar yazmış, İngilizce'den Türkçe'ye çeviriler yapmıştır. Zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. Yapıtlarından kimileri İngiliz, Fransız, Alman, Rus, Macar, Fin, Urdu, Sırp, Portekiz dillerine çevrilmiştir.

                                                      


 

[1] Meydan Laurusse, Cilt:1, Sayfa: 86

[2] Hüseyin Tuncer, Meşrutiyet Devri Türk Edebiyatı, İzmir, 1994, S.301

[3] Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Cilt: 1, S:111

[4] Gelişim Hachette, Cilt: 1, S:18

[5] Prof. İnci Enginün, H.Edip Adıvar. Ank. 1989. S:11

[6] Büyük Türk Klasikleri, Cilt:2, S: 61

[7] Tuncer, a.g.e. s.302

[8] Yeni Türk Ansiklopedisi. Cilt:1, S:23

[9] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, S: 376

[10] Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Cilt: 1, S:112

[11] Tuncer, a.g.e. s.303

[12] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C.1 S.377

[13]  www.kimkimdir.com


YAŞAR KEMAL

 

Asıl adı Kemal Sadık GÖKÇELİ. Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu[1]. Aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Günseli) köyünden olan ailesi Birinci Dünya Savaşı’ndaki işgal yüzünden uzun bir göç süreci sonunda Adana’nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite (bugün Gökçedam) köyüne yerleşmişti. Küçük yaşta bir kaza nedeniyle bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal 5 yaşındayken babasının Hemite Camiinde namaz kılarken öldürülmesine tanık oldu[2].

 

Burhanlı köyü ilkokulunda başladığı ilköğrenimini Kadirli Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladı. Adana’da ortaokula devam ederken bir yandan da çırçır fabrikasında işçilik yaptı. Ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Bu esnada, bölgede çok canlı olan folklorumuzu, Çukurova ve Toroslar’ın tabiatını yakından tanımış; aşiret süreğinin son kalıntıları olan adet ve töreleri, kan davası geleneğini görmüş; ağaları, beyleri, işçi ve ırgatları müşahede etmiş; hem yaşadığı bölgeyi, hem de ailesinin menşei olan Doğu Anadolu bölgesine ait pek çok eşkıya ve kan davası hikayesi ve halk edebiyatımızın klasik hikayelerini dinlemiştir. Yirmiye yakın işte çalıştığı bu yıllarda en uzun işi beş yıl üst üste yaptığı çeltik tarlalarında kontrolörlük oldu. Bu arada 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. Askerlikten sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptıktan sonra arzuhalcilik yapmaya başladı, çeşitli güçlüklerle karşılaştığı için bu işi de sürdüremedi. 1950’de Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı eylemde bulunmak savıyla tutuklandı ve bir süre Kozan Cezaevi’nde yattı. 1951’de salıverilince İstanbul’a gitti.

                  Kısa bir işsizlik döneminin ardından Cumhuriyet gazetesinde röportaj yazarlığı ile başladığı gazeteciliği fıkra yazarlığı ve kurduğu yurt haberleri serisinin yönetimi ile sürdürdü (1951-63). 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Propaganda Komitesi başkanlığı ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1963’te ayrıldığı gazetecilikten sonra kendini bütünüyle roman yazma uğraşına verdi. 1967’de haftalık dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. Sorumlusu olduğu bu derginin yayınları arasında çıkan Marksizmin Temel Kitabı adlı yapıttan dolayı 18 ay hüküm giydi. Bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Ant dergisindeki yazılarından dolayı çeşitli kovuşturmalara uğradı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 yıllarında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1995’te Der Spiegel’de çıkan bir yazısı dolayısıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, 20 ay hapis cezasına çarptırıldı ve cezası ertelendi. PEN Yazarlar Derneği üyesi. Halen İstanbul’da yaşamakta ve yazarlık ile yaşamını sürdürmekte olan Yaşar Kemal bir çocuk babasıdır.

              

         Yazar küçük yaşlarda halk edebiyatına ilgi duydu; saz çalmaya, türkü söylemeye ve destanlar anlatmaya başladı. Yöredeki halk ozanlarıyla karşılıklı atışmalar yaptı. İlkokulda okurken şiir yazmaya başladı. Köy köy dolaşarak folklor ürünleri derledi. Bu yıllarda şiirlerini Kemal Sadık Göğceli adı ile Türksözü (1939), Yeni Adana (1939) ve Vakit (1940) gazetelerinde ve Varlık, Kovan, Ülkü, Millet, Beşpınar dergilerinde yayımladı. 1940’lı yıllarda Adana’da çıkan Çığ dergisi çevresindeki yazar ve aydınlarla ilişki kurdu ve şiirleri o dergide de yayımlanmaya başladı. Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino ile kurduğu yakınlık onun düşünce ve edebiyat dünyasının gelişimini etkiledi. Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalıştığı dönemde eski Yunan klasiklerinden Çukurova tarihine kadar pek çok kitapla tanışma olanağı buldu. Bu sıralarda Orhan Kemal’le de tanıştı. İlk öyküleri “Bebek”, “Dükkâncı”, “Memet ile Memet” 1950’lerde yayımlandı. İlk öyküsü “Pis Hikâye”yi ise 1944’te Kayseri’de askerliğini yaparken yazdı. Gözleme dayanan bu ilk öykülerinde konularını Çukurova ve Çukurova insanından aldı; bu yöre insanlarının ekonomik sıkıntılar ve güç doğa koşullarındaki savaşımını insan-doğa-çevre ilişkisi içerisinde ele aldı; giderek uzun öykülere yöneldi.

                  Bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar (1943), o güne değin hiç derlenmemiş ya da çok az ilgi gösterilmiş tekerlemeleri ve ağıtları gün ışığına çıkardı. Bu ağıtları 16 yaşından itibaren derlemeye başlayan yazar, daha sonra Karacaoğlan’ın yayımlanmamış şiirleri üzerine çalıştı. Söz konusu derleme ve çalışmalar, yazarın ileride yazacağı romanlara önemli ölçüde malzeme sağladı.

                   

         Cumhuriyet gazetesine girdikten sonra Yaşar Kemal imzası ile yazmaya başladı. Bu dönemde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajları ile tanınmaya başladı: “Yanan Ormanlarda Elli Gün” (1955), “Çukurova Yana Yana” (1955). “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” (1955), “Peri Bacaları” (1957). 1952’de yayımlanan ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ta da yer alan “Bebek” öyküsünün Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmeye başlandığı dönemde yazarın imzasına olan merak giderek artmaya başladı. 1953-54’te Cumhuriyet’te tefrika edilen ilk romanı İnce Memed ise büyük ilgi uyandırdı[3].

                   

          Türkiye’de tarımdan sanayileşmeye geçiş evresi olarak nitelenebilecek 1950’li yıllarda, Çukurova’nın geniş biçimde makineleşmeye açılması ve verimli topraklar üzerindeki ağalar arası rant savaşımının kızışması, bunun yoksul Çukurova köylüsü üzerindeki sonuçları Yaşar Kemal’in romanlarının ilk evresinin ana temasını oluşturmuştur denilebilir. Ağa baskısı karşısında dağa çıkan eşkıya İnce Memed’le yazar, bir destan kahramanını anlatırken aynı zamanda toplumsal yapıdaki aksaklıkların da eleştirisini yapar. Roman, ağalara karşı Çukurova’nın yoksul halkına arka çıkan İnce Memed’in halkı için savaşımını konu alır. Roman kahramanının Toroslar’da beş köyün bütün topraklarına sahip bir ağaya karşı direnişi ve çekişmeleri uzun bir serüveni kapsar. Sonunda İnce Memed toprakları gerçek sahipleri olan köylülere dağıtır, ağayı öldürür, dağa çekilip kayıplara karışır ve bir efsane kişisi haline gelir. Yazarın kendi deyimiyle “mecbur adamın” öyküsüdür İnce Memed. Yayımlandığı dönemde büyük yankı yaratmış olan İnce Memed’de yazarın geleneksel masal, efsane tema ve motiflerinden yararlanarak çağdaş düzeyde romantik bir öykü kurduğu gözlenir. Teneke (1967), Çukurova yöresindeki çeltik ağalarına karşı mücadele eden ve köylünün yanında yer alan genç ve idealist bir kaymakamın trajik öyküsünü işler, “aydının mücadele gücü”nü dile getirir. Daha sonra bu romanı iki perdelik oyun biçiminde sahneye uyarlamıştır.

Psikoloji ve simgesel öğelerin yer yer ağır bastığı “Dağın Öteki Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı olan Orta Direk’te (1960) yazar, “Torosların arka yanındaki” bir köyün insanlarının, pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak için, Çukurova’ya doğru yola koyuluşlarını, tabiatla dövüşe dövüşe Çukurova’ya varışlarını anlatır. Roman destansı bir hava içinde ve bu havaya uygun bir Türkçe ile kaleme alınmıştır. Bu “üçleme” yazarın, Orta Direk’in önsözünde de belirttiği gibi, kendi yaşantısı ve tanıklığıdır. Dizinin ikinci kitabı Yer Demir Gök Bakır (1963) bir köy topluluğunun mit yaratması öyküsüdür. Yer Demir Gök Bakır’da, güçlükler içinde bunalan, yaşama şartlarını değiştirmek için bir umutları, bir düşünceleri olmayan köylülerin, insanoğlunun çaresiz kaldıkça başvurduğu çözüme başvurarak, bir mit yaratmalarını ve bu

mite sığınışlarını anlatır. Üçlemenin son kitabı Ölmez Otu’nda ise bir yandan değişen koşullar içinde bu mitin yıkılışı anlatılırken, diğer yandan da bir kişinin bir cinayet mitini yaratışı anlatılır. Üçlemenin ilk iki kitabında korkunç sefalet koşullarında duygulanımlara kapılmadan, büyük bir serinkanlılıkla ve bir romancı gözü ile köyün ekonomik ve toplumsal gerçekliği, köylülerin yaşama ve çalışma koşullarını veren Yaşar Kemal Ölmez Otu’nda nesnel koşulları geri plana alarak doğrudan doğruya insana eğilir. “Irmak Roman” niteliğindeki “Akçasazın Ağaları” adlı dizinin ilk iki kitabı Demirciler Çarşısı Cinayeti (1973) ve Yusufcuk Yusuf’ta (1975) ülkenin tarihsel gelişimi sürecinde Çukurova’daki toplumsal yapının değişimi anlatılır: Derebeyi artığı ağa tipinin çöküşünü, yok oluşunu ve bu yok oluşa koşut giden gelişmeyi; bir başka yönüyle Demokrat Parti’nin kredi yardımları ile tarımdan para kazanan ağaların sanayiye yatırım yapmalarını anlatarak eski toprak ağalarının yavaş yavaş sanayici olmaları sürecini betimler. Ne var ki Yaşar Kemal bu toplumsal değişme sürecinin üzerinde fazla durmaz; asıl göstermek istediği, bir düzenin çöküşü ve yozlaşmasıdır. Bu romanlarında Çukurova’da kapitalizmin gelişmesiyle yok olmaya yüz tutan bir yapının son çırpınışlarını, toprak ağası iki ailenin gerçeğinde verir.

              Hüyükteki Nar Ağacı’nda, Çukurova’da tarımdaki makineleşme sonucunda ortaya çıkan işsizlik sorunu ele alınır. Çukurova’ya çalışmaya inen kırsal kesim insanının bu yeni gelişme karşısındaki dramını ve çaresizliğini işler. “Kimsecik” üçlemesinin ilk kitabı Yağmurcuk Kuşu yarı özyaşam öyküsü niteliği taşımaktadır. Van Gölü kıyısındaki bir köyden yine Çukurova’ya göçen bir ailenin karşılaştıkları sorunlar çevresinde göç serüveni yansıtılır. Bu üçlemenin ortak noktasını köy insanlarının, özellikle de bir köy çocuğunun duyguları, düşünceleri, özleyişleri oluşturmaktadır. “Korku” teması bu “üçleme”nin odağında yer almaktadır. Özellikle “üçleme”nin ikinci kitabı Kale Kapısı “korkunun romanı” olarak nitelenebilir. “Üçleme”nin son kitabı Kanın Sesi bir evdeki kişilerin, daha çok da bir çocuğun, Salman’ın öyküsüdür aynı zamanda, Salman’la birlikte bütün çocukların öyküsüdür. Kanın Sesi “korkunun sesi”, “cinayetin sesi” olduğu kadar “sevginin sesi”dir de.

              

         Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu’nun efsane ve masallarından yararlanmıştır[4]. Halk öykücülüğünden yola çıkarak, sözlü gelenekte yaşayan Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik öykülerini Üç Anadolu Efsanesi (1967) adıyla yeniden kaleme almıştır. Ağrıdağı Efsanesi’nde (1970) bir aşk olayından yola çıkarak ve bu simgesel tema içerisinde baskı karşısında halkın dayanışma gücünü; Binboğalar Efsanesi’nde (1971) ise Toros eteklerindeki Türkmen göçebelerin yerleşik düzene geçmeleriyle ortaya çıkan güçlükleri, düş kırıklıklarını ve geçmiş yaşamlarına duydukları özlemi anlatır. Osmanlının son dönemlerinde haksızlıklara karşı dağa çıkmış bir eşkıyanın yaşamını Çakırcalı Efe’de (1972) ele alır. Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’da ise yine bir halk öyküsünden yola çıkar; alegorik bir üslupla sömürenlerle sömürülenler arasındaki ilişkiler anlatılır[5].

Yaşar Kemal 70’li yılların ortalarından itibaren yazarlığında yeni bir yönelimin ürünleri olarak nitelenebilecek ürünler vermeye başlar. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978) ve Deniz Küstü (1978) romanlarında yazar ilk kez Çukurova dışına çıkarak kenti ve deniz insanını konu edinir. Deniz Küstü’de büyük kentin karmaşasını, yozluğunu işler.

 

         Deniz insanının kentteki yaşam serüveninden yola çıkarak kente yabancılaşmasını, deniz doğasının yok oluşunu yansıtır. Aynı olguyu Kuşlar da Gitti’de çocukların dünyasından ele alır. Bir deniz kasabasındaki insanların sorunlarını, uğraşılarını, birbirleriyle ilişkilerini Al Gözüm Seyreyle Salih’te dile getirir.

                    “Bir Ada Hikâyesi” üçlemesinin ilk kitabı olarak kaleme aldığı Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da Ege’de mübadele hükümleri gereğince Yunanistan’a göç ettirilen Rumların boşalttığı bir ada ekseninde Balkan Savaşı’ndan Sarıkamış’a, değin yakın tarihte yaşanan acıları dile getirir. K. Şahin, romanı değerlendirirken “Romanın asıl amacı, mübadele sonrasının kıpırtısızlığında bu topraklarda yaşanan savaşlara, çoktan unutulmuş olan, kimsenin sözünü bile etmediği, etmek istemediği savaşlara dair bir şeyler anlatmak sanki” der.

Yazarın Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı bireşim ve üslup onu her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmıştır. Kurduğu imge ve mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, yakarışlar, sövgüler onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan özellikler olarak görünmektedir. Anlatımındaki özgünlük “düşle gerçeği, doğayla insanı iç içe” vermedeki başarısından kaynaklanmaktadır. Yarattığı dünyanın dış görünümünü etkileyici bir biçimde çizer. Şiirsel üslubu, olağanüstü düş gücü, modern romanla epik anlatım biçimlerini başarıyla bağdaştırması onu özgün kıldığı kadar güçlü de kılan özellikleridir.

             Yazarın İnce Memed adlı romanı yaklaşık 40 dile çevrilerek yayımlandı. Diğer romanları da çok sayıda yabancı dile çevrildi; kitaplarının yurtdışındaki baskısı 140’tan fazladır. Bu bağlamda uluslararası bir üne sahip olan Yaşar Kemal ilgili kurum ve kişilerce Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterilmiştir.

              Roman ve öykülerinden yapılan uyarlamalarla çağdaş Türk tiyatrosuna da katkıları oldu; Yer Demir Gök Bakır, “Uzundere” adıyla 1965’te, Teneke yazarın oyunlaştırması ile Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından 1965’te ve Ağrı Dağı Efsanesi 1974’te çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. Birçok yapıtı da sinemaya uyarlandı. Bunlardan “Beyaz Mendil”i 1955’te Lütfü Akad; “Namus Düşmanı”nı 1957’de Ziya Metin; “Alageyik”i 1959’da, “Karacaoğlan’ın Sevdası”nı 1959’da ve “Ölüm Tarlası”nı 1966’da Atıf Yılmaz; “Ağrı Dağı Efsanesi”ni 1974’te Memduh Ün; “Yılanı Öldürseler”i 1981’de Türkân Şoray, “İnce Memed”i 1984’te Peter Ustinov ve “Yer Demir Gök Bakır”ı 1987’de Zülfü Livaneli yönetti.

         Yaşar Kemal Konularını daha çok Çukur Ova insanının yaşamından almış, ağalar arasındaki torak kavgasının yoksul köylüler üzerindeki etkilerini ve değişen toplumsal koşulların köy insanının yaşamı, inanışları ve törelerinde yol açtığı değişimi irdelemiştir. Güzelleme, koçaklama, ağıt öğelerine yer veren şiirsel bir dille yazılmış bu yapıtlar ayrıca güçlü doğa betimlemeleri ve ayrıntılı gözlemleriyle dikkat çeker[6]. Bu durum da Yaşar Kemal’in yetiştiği çevrenin ona etkisini göstermektedir.

            Yaşar Kemal yöresel sözcük ve deyimlerle sözlü anlatım geleneği öğelerini de kendine özgü bir ustalıkla kullanır.



[1] Yeni Türk Ansiklopedisi, Cilt:12, S: 4727

[2] Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Cilt:3 S:596

[3] Büyük Lügat ve Ansiklopedi, Cilt:12, S: 744

[4] Ana Britanica, Cilt:22, S: 318

[5] Gelişim Hachette. Cilt: 9. S: 110

[6] Meydan Laurusse, Cilt:8, S: 345


TÜRKÇE GÜNLÜK PLAN

Dersin adı                  : Türkçe

Sınıf                            : 7

Ünitenin Adı/No         : Makale Türü-  Anlam Bilgisi -Bitişik Eğik yazma

Konu                          : “Dilde Atatürkçülük”  “Makale”,   “Ses Bilgisi –Sessizler ”  “Bitişik Eğik Yazma”.

Önerilen Süre            : 40+40, 2 ders saati

Öğrenci Kazanımları/ Hedef ve Davranışlar 

ü      Özne ile yüklem arasındaki tekillik, çoğulluk ve kişi yönünden uygunluğu kavrayabilme.

ü      Kitap sevgisini ve okuma alışkanlığını geliştirebilme.

ü      Öyküleyici anlatım özelliklerini kavrayabilme, diğer anlatım biçimleriyle karşılaştırabilme.

ü      Öyküleyici anlatım örnekleri verebilme.

ü      Özne ile yüklem arasındaki tekillik, çoğulluk ve kişi yönünden uygunluğu kavrayabilme

Ünite Kavramları ve Sembolleri Davranış Örüntüsü

ü      Mayıs, selvi, zati, içine doğmak , yüreği burkulmak, tadı tuzu kalmamak,  dillere şan olmak, gönlünü etmek, özne- yüklem uygunluğu.

Öğretme-Öğrenme-Yöntem ve Teknikleri

ü      Okuma, Anlatım, Soru Cevap, Örnekleme.

Kullanılan Eğitim Teknolojileri-Araç, Gereçler ve Kaynakça

ü      Ders Kitabı  “Uzun Kavak”, Dilbilgisi Kitapları, Sözlük ve İmla Kılavuzu.

Öğretme-Öğrenme Etkinlikleri

Sözel-Dilsel:

ü      Hazırlık çalışmalarının ve anlama anlatma çalışmalarının öğrenciler tarafından cevaplandırılması.

Doğacı:

ü      Hikayenin konusunun tespiti ve öğrencilerin benzer konuda okudukları hikayeleri özetlemeleri.

Sosyal -Kişiler Arası:

ü      “Öğrencilerin işlenen dilbilgisi konusu ile ilgili örnek sorular çözmesi.

Mantıksal-Matematiksel:

ü      Beyin fırtınası yapılır  “Hiç ağaç diktiniz mi, diktiyseniz ağaç dikerken ne hissettiniz? Sorusunun cevaplanması.

İçsel-Bireysel:

ü      Öğrencilerin “Yalnız kalıp düşünmek için gittiğiniz ağaçlık yerler var mı? Ve ülkemizde ağaçlandırma çalışmalarına gereken önemi veriyor muyuz? Sorularını cevaplandırmaları.

Görsel-Uzaysal:

ü      Metnin başındaki resmin öğrenciler tarafından yorumlanması.

Müziksel-Ritmik:

ü      Hikayenin vurgu ve tonlamaya uygun olarak okunması.

Bedensel-Kinestetik:

ü      “Bitişik Eğik” Yazı çalışması yapılması.

Özet:

Öykü: Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Tanımdan anlaşılacağı gibi bir öyküde olay veya durum söz konusu olmalıdır. Serim, düğüm ve çözüm olarak üç bölümden oluşur.

Hazırlık Çalışmaları:

ü      Hazırlık çalışmaları kitaptaki yönlendirmeler ile cevaplandırılacak

SÖZCÜK ÇALIŞMALARI  (TDK’DAN)

Mayıs: Yılın otuz bir gün süren, beşinci ayı

Selvi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen, 25m boyunda, ince, uzun, piramit biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir ağaç, andız, selvi, servi ağacı

Zati: Zaten

İçine Doğmak: Bir işin olacağını veya olduğunu hiçbir belirtiye dayanmadan önceden sezinlemek, malum olmak:

Yüreği Burkulmak: Çok üzülmek, çok acı duymak

Tadı Tuzu Kalmamak: Eski zevki kalmamak, yavanlaşmak

Dillere şan (destan) olmak: Bir olay veya bir niteliğin halk arasında yayılması

Gönlünü Etmek: Birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek

ANLAMA- ANLATMA ÇALIŞMALARI

1-      Durmuş dayı çok  sevdiği kavağının kesilmesine karşı çıkıyor, Çünkü kavağın kendisi öldükten sonra kesilmesini istiyor..

2-      Köylü kavağı yapılacak olan köy köprüsüne öz olarak olarak kullanmak için istiyor

3-      Köprünün hayrının kendisine yeteceğini ve hacca gitmiş gibi olacağını söylemesini istiyor. Durmuş Dayı’nın gönlünü almak için bu sözleri söylüyor.

4-      Sonunda kavağı vermeye karar veriyor ama bu karar onu çok üzüyor. Düşünceli bir hal almıştı.

5-      Durmuş Dayı kavağı satmaya karar verdikten sonra kendi ömründe o kavak kadar olduğu düşünüyor ve o gece vefat ediyor. Durmuş Dayı’nın cenazesi kaldırıldıktan sonra kavağı kesmeye gidiyorlar.

TÜR –BİÇİM ÇALIŞMALARI

Tanımı: Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları ilgi çekici bir biçimde anlatan kısa yazılardır. Tanımdan anlaşılacağı gibi bir öyküde olay veya durum söz konusu olmalıdır.

HİKAYEDE PLAN

Herhangi bir konuyla ilgili bağlantılı ayrıntıların, bilgilerin, duyguların ya da düşüncelerin mantıksal bir düzene katılmasına plan denir.

Düşünce yazılarında giriş, gelişme, sonuç gibi bölümler bulunurken, öykü gibi olay yazılarında serim, düğüm, çözüm gibi bölümler bulunur.

Öykü üç bölümden oluşur:

Serim: Bu bölüm öykünün giriş başlangıç kısmıdır. Bu bölümde öykünün geçtiği yer zaman ve öykünün kahramanları belirli özellikleri ile betimlenir. Bu bölümde ele alınacak olay ya da durum ortaya konur.

Düğüm: Bu bölüm öykünün gelişme bölümüdür. Serim bölümünde anlatılan olay ya da durum neden-sonuç ilişkisine göre burada yoğunlaşır. Merak öğesi doruğa çıkar, ayrıntılar ortaya konur. Kişilerin konuşmaları genellikle bu bölümde olur.

Çözüm: Bu bölüm öykünün sonuç bölümüdür. Olayın nasıl sona erdiği olayın kahramanları üzerindeki etkisi ortaya konur. Gerilimler sona erer. Merak ettiğimiz sorular yanıtını bulur.

HİKAYE ÇEŞİTLERİ 

Hikayeler oluşumlarında kullanılan teknik açısından ikiye ayrılır.

Olay Öyküsü ( Vaka Öyküsü- Maupassant Tarzı Öykü

Bu tarz öykülere klasik vaka öyküsü de denir. Olaylar kişi zaman, yer öğelerine bağlıdır. Olaylar tüm tezli eserlerde olduğu gibi serim, düğüm, çözüm sıralamasına uygun olarak anlatılır. Olay zamana göre mantıklı bir sırada verilir.

Düğüm bölümünde oluşan merak çözüm bölümünde giderilir. İlk örnekleri Guy De Maupassant tarafından verildiği için onun adıyla anılır.

Ömer Seyfettin bu tarz öykücülerimize örnektir.

Durum Öyküsü- Çehov tarzı Öykü

Bu tür öykülerde merak öğesi ikinci planda kalır. Kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve Hayallar ön palan çıkar. Kişilerin yaşam koşuları, zaman ve yer anlatılmaktan çok sezdirilir.

Bu tarz öyküler Anton Çehov tarafından geliştirildiği için onun adıyla anılır. Sait Faik Abasıyanık bu tarz öykücülerimize örnektir.

HİKAYENİN UNSURLARI

1-Kişiler: Öyküde adı geçen kişiler öykünün kişileridir. Öyküde mutlaka kahramanlar olmak zorundadır.

2-Olay: Öykü kahramanının başından geçen olay ve ya durumdur.

3-Zaman: Olayın geçtiği zamandır. Bazı öykülerde zaman verilmez sezdirilir.

4-Yer-mekan: Olayın geçtiği yer ve mekanlardır. Olayın geçtiği yer ve mekanla betimlemeler ile verilir.

5-Dil ve Anlatım: Yazarın kullandığı dil ve anlatımdır. Öyküde bütünlüğü sağlayan öğelerden biri de dil ve anlatımdır.

Özne – Yüklem Uygunluğu: Bir cümlede anlamın açık ve anlaşılır olması için özneyle yüklem arasında, tekillik- çoğulluk ve kişi yönünden uygunluk olmalıdır.

Özne ile Yüklem arasında iki yönden uygunluk vardır:

TEKİLLİK-ÇOĞULLUK YÖNÜNDEN UYGUNLUK:

Cansız varlıklar, soyut kavramlar insan dışındaki canlı varlıklar, organ ve zaman adlarının çoğul şekilleri özne olduğunda bunların yüklemleri tekil olur.

Örnek:

ü      Bütün eşyalar kapının önünde duruyor(lar).

ü      Bu düşünceler çoktan eskidi(ler).

ü      Kuzular uzaktan uzağa bağrıştı(lar).

ü      Ağaçlar sonbaharda yapraklarını döker(ler).

ü      Günler gittikçe uzuyor(lar).

ü      Ellerim tutmuyor(lar).

Özne birden çok sıfatın oluşturduğu sıfat tamlaması biçimindeyse yüklem genellikle tekil olur.

 Örnek:

ü      Bu iki kafadar yine yola koyuldu(lar).

Sayı sıfatıyla kurulan tamlamalar özne olduklarında yüklem tekil olur.

Örnek:

 

ü      İki adam seni arıyor(lar).

ü      Sınıftan on kişi dışarı çıktı(lar).

ü      Belgisiz zamirler özne olduklarında yüklem tekil olur. Örnek :

ü      Hepsi seni sormaya gelmiş(ler).

ü      Bazıları balık sevmez(ler). 

Mecaz-ı mürsel yoluyla oluşan topluluk adları, özne olduklarında yüklem tekil olur.

 

Örnek:

ü      Gol atılınca stad ayağa kalktı(lar).

ü      Kasaba yollara döküldü(ler).

İnsanlar için özne çoğul olduğunda yüklem tekil de çoğul da olabilir.

Örnek:

ü      Öğrenciler sınıfta ders dinliyorlar.

ü      Öğrenciler, ders bitince evlerine gitti.

Cümlede birden çok özne varsa yüklem de çoğul olur.

 Örnek:

Muhip Dranas da Cahit Sıtkı da Fransız şiirini örnek aldıklarını kabul etmezler.

UYARI: Belgisiz sıfatların tamlayan olarak kullanıldığı sıfat tamlamaları özne olduğunda yüklem tekil de çoğul a olabilir.

Örnek:

ü      Kimi insanlar böyle düşünmez.

ü      Kimi insanlar böyle düşünmezler.

Cansız varlıklar kişileştirilip özne görevinde kullanıldıklarında ve çoğul olduklarında yüklem tekil de çoğul da olabilir.

Örnek:

ü      Dağlar, doğan güne karşı hatalarını düşünüyorlar.

ü      Nehirler burada şarkılar söylüyordu.

KİŞİ YÖNÜNDEN UYGUNLUK:

İkinci ve üçüncü kişiler özne olursa bunların yüklemleri ikinci çoğul kişi olur.   

Örnek:           

ü      Sen ve Ahmet beni dışarıda bekleyin.

Özne birinci ve ikinci kişi ya da birini ve üçüncü kişiyse yüklem birinci çoğul olur.

 

Örnek :            

ü      O da ben de seni bekledik.

ü      O konuya sen ve ben çalışacağız.

Özne birinci, ikinci ve üçüncü kişiyse yüklem birinci çoğul olur.

Örnek:

ü      Oraya ben, sen ve Ahmet gideceğiz.

       Ölçme-Değerlendirme

ü      Bireysel öğrenme etkinliklerine yönelik Ölçme-Değerlendirme

ü     Grupla öğrenme etkinliklerine yönelik Ölçme-Değerlendirme

ü     Öğrenme güçlüğü olan öğrenciler ve ileri düzeyde öğrenme hızında olan öğrenciler için ek Ölçme-Değerlendirme etkinlikleri

1-      Parçada işlenen konu denir

2-      Öykünün planlanması nasıldır ve kaç bölümden meydana gelir?

3-      Öykü türleri nelerdir?

4-      Bu öykü kaçıncı kişi tarafından anlatılmıştır?

Kuşlar neşeyle ötüşüyorlar,  Kulaklarım çınlıyorlar,  Ben ve sen gözyaşlarıyla aynı çamurdansınız cümlelerindeki özne yüklem uyumsuzluklarını düzeltiniz.

Dersin Diğer Derslerle İlişkisi:

ü      Sosyal Bilgiler öğretmeni ile işbirliği yapılacaktır.

 

DERS ÖĞRETMENİ: SERDAR SUVARİ

SELAM DÜNYALI SİTEME HOŞGELDİN!..
 
Hoşgeldiniz...
 
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol